Pazar, Şubat 19, 2012

ईने एनी येनिदें

buradan tekrar yayına geçelim desek, başlıklar hep hangi uzak doğu diline ait olduğunu bilmediğim karakterlele mi görüntülenecek acaba?

yakında bir geri dönüş yapalım o zaman..

Pazartesi, Ocak 05, 2009

5 Ocak

Televizyona bakiyorum. Isgal haberleri, baska bir kanalda, isgali yorumlayan bilirkisiler, akademisyenler, profesorler. Gozu kapali, isgali, savunma olarak tanimlayan ulke liderleri, aymazlar. Baska kanalda, Kongar-Barlas tartismasi. Hemfikir oldukları ender günlerden. Konu: isgal. Yillar once baska bir yazimda sormustum. “Ozunde herkes savas karsiti degil midir” diye. “Neden bir insan, savasa hayir demeye ihtiyac duysun ki” diye. Yine dedirttiler. Gercekten ilginc gunler yasiyoruz demek geliyor icimden, lakin ilk kez degil ki ilginc olsun, farkli olsun. Cocuklar var, cocuklar, altlarina sardiklari kundak bezi kırmızı, koyu kırmızı. Kundagi saran anasi babasi hayatta mıdır, belli olmayan, vurulmus cocuklar. Ne der Alem-i Cihan, “indirecegiz bunlari iktidardan evelallah. Boyle iktidara sahip bir halk da bu olanlari hakketmistir, masallah.” Demokrasinin kurallari bu topraklarda gecmez sayin izleyenler. Oturduklari yerden, ayni benim gibi, kizgin, ofkeli, can sikintisina sahip olarak, izleyenler. Onu ya da bunu suclayarak, ama suclayarak izleyenler. Izleyen, ama sadece izleyen, uluslararasi toplum. Oyle birsey varsa tabi. Tam da su an tikladigim yan taraftaki pencereden aldigim haber, sayin izleyenler: “Olu sayisi 550’yi asti, bir gunde en az 20 cocuk oldu.” Baydar’in satirlarindan alintilayacak olursam eger, soyle bir tumce dilden dokulur: “Aciyi anlatmakla, yayginlastirmakla, sergilemekle yenilir mi zalimler?” (Kayip Soz, s.75)

5 Ocak. 5 gun gecti yilin ilk gununun uzerinden. Televizyonlarda hala gecen yilin unutulmayanlar, yer edenleri, iz birakanlarinin kronolojik siralamasi. Yazik ki bugun yasananlar, seneye bugunlerde ilk ve uzerinde en az durulan “gecen senenin iz birakanlari” olacak. İsrail Gazze’ye girdi, Turk jetleri Kandili vurdu, Somali’de bilmem ne oldu, Kongo’da maymunlar oldu. Yerler başka, senaryo aynı. Nasıl bir oyun icerisinde oyuncu veya izleyiciyiz bilmiyorum ancak her iki durumda da tiyatro sahibine katki sundugumuz asikâr. Insanlarin olmesi, garip iktidar hirslari icin kurban verilmeleri, diger insanlarin da olanlari irdeleme yetisinden uzak olmalari ve bunu basaramamalari, icinde yasadigimiz yeryuzunun bugununu aciklamaya yeterli olacaktir. Israil hala tum dunyada turlu cesitlerde ihalelere cagirilmaktadir. Yani kapitalizm, golgesini satamadigi agaci kesmeye devam etmektedir.

Cuma, Eylül 12, 2008

Herkes gibi birisi

Sahildeki meyhanelerden birine girdi. Aslinda birahane gibi bir yerdi, iceri girdiginde farkedebildi ancak bunu. Iceride sadece hasir tabureler vardi oturulacak, hic de hayal ettigi gibi degildi, rahatsiz olacakti.
- Bir bira alabilir miyim?
Icerideki herkes ona bakiyordu. Onceden gormedikler, mekanin mudaimlerinden olmayan, kendileri gibi olmayan baska biriydi cunku o. Gelen bira bardagini eline aldi, buz gibi, bir yudum icti. Subatin basiydi ve disarida gecen hafta yagan kar duruyordu hala. Soguk bira icmek icin en uygun zaman degildi, belki sicak sarap ama kimle, tek basina mi? burada mi? siritti... Bakti, herkes bira iciyordu, gerci tek yaptiklari bira icmek degildi ama, onlarla beraber soguk bir yudum daha gecti bogazindan. Iceri girdiginde onu bir iki dakika suzmusler sonra kendi sohbetlerine geri donmuslerdi. Zaten onlarin tek amaci bunyeye alkol sokup biraz rahatlamak degildi belli ki. Sohbet etmek, haftasonu oynanacak mactan konusmak, dedikodu yapmak, kendi kucuk dunyalarinin buyuk meselelerini tartismak icin geliyorlardi birahaneye. bircogu evliydi ve bahse girerim bir cogunun karisi eve sarhos gelirse dunyayi zehir ediyordu. Iste o an bekar olmanin verdigi mutlulugu bir yudum birayla pekistirmek istedi. Zevk girtlagindan gecen dondurucu sogukla beraber akip gitti.
-Neden buradayim, diye dusundu
Hayir hayir 'neden bu dunya uzerinde varim ve varligimin amaci ne' degil. Bunu yuz yllardir dusunuyordu, ne zaman cani sikilsa ne zaman isler ters gitse ne zaman morali bozulsa varligi, dunya uzerindeki mevcudiyeti sorguluyordu.
-Neden buradayim ve bu birayi iciyorum?
Gerci bira da bitmisti, icilecek bir yani kalmamisti. Garsona bos bardagi isaret etti.
Cuma aksami is sonrasi yalniz icilen biranin amaci rahatlamak olabilirdi. Rahatlamak, bedenin yorgunlugunu atmak, zihni zincirleyen ise hayata dair kurallari unutmak. Alkol mutluluga giden bir yol gibi gorunuyordu ve bira kesinlikle yetersiz kaliyordu. Yeni gelen biradan bir yudum aldi.
-Bu sogukta bu kadar soguk bira hasta olmasak bari.
Bir siir ariyordu zihni, rahatligin ne oldugunu hatirladigi su anda kendi kendine bir siir mirildanmak istedi. Hangi siir oldugunun cok bir onemi yoktu, bir siir iste misralari kafiyeli. Sairi birsey dusunerek yazmis ama okurken bin anlam cikarilabilecek. Herseyin altindan ifade ettiginden cok daha fazlasini cikarabilmek bir deha belirtisi miydi, yoksa delilige giden yol mu?
Ikinci birasini bitirip ucuncuden bir yudum aldiginda, suratinda o sacma gulumseme yerini almisti. Iceri girdiginde kendine uzayliymis gibi bakan adamlari unutmus, gun icerisinde olan ufak tefek seyleri dusunurken gulumser bulmustu kendini. Is yerinde, alt kattaki sekreter miydi bugun onu gorunce gulumseyen yoksa yemekte o konusurken saclariyla oynayan sirket avukati kadin mi? Kadinin bilincsizce yaptigi bir hareketti sacina dokunmak, kizil, dalgali saclarini isaret parmagina dolamak, sonra acmak, sonra bir daha dolamak, ve bir daha, ve bir daha... Surekli olarak, o kunusurken. Acaba bir isaret miydi, bilinc altindan ondan hoslandiginin bir isareti, belki de bilincli yapilmisti acik acik ona olan ilgisini gosteriyordu. Tam o mutluluk aninin ortasinda duraksadi, baska bir histi aradigi, ozlem mesela. Onu ozledigini farketti.
-Simdi burada olsa benimle yarisirdi bira icerken, benim kadar hizli icmeye dayanamaz sarhos olurdu kisa surede.
Ama yoktu o artik, bira icmesi, yarismasi, sarhosluklari artik yoktu. Gulumseme yerini uzuntuye birakti. Is sonrasi rahatlama planlari kendini bir depresyon seansina donusturmustu yine. Yarim bardagindaki birayi kafaya dikti, garsondan bir isaretle hesabi istedi. Gelen kagidin uzerinden yazandan biraz daha fazla birakarak disari cikti. Ogrenciyken beraber yemege gittiklerinde hesabi odedikten sonra bahsis birakmak isterdi. O ise hep kizardi.
-Senin paran bile degil derdi, baba parasiyla hava mi atiyorsun.
Oysa ki ortada bir hava atma falan yoktu, garsona tesekkur etme sekliydi bir cesit, ogrenci olduklarini bildigi halde onlara son derece saygili kibar davranan garsona.
Hava, Pazar gunu yagan kardan sonra iyice sogumus, her taraf buz tutmustu. Tek bir soluk yetti uc biranin yarattigi sarhoslugu silip atmaya, ayiltmaya. Tekrar onu dusunmek istedi ama soguk daha gercekciydi, koy gotune gitsin dedi. Ruzgar eserken acikta kalan yerlerini sanki kesiyordu. Az once icerde otururken kafasindan gecen herseyi unutmustu. Simdi aklinda bir tek soguk vardi 'Sokayim boyle havaya' diyip, yuruyup gitti.

Salı, Eylül 09, 2008

Yuz mil ve Varolus

Yaklasik 160 km'ye tekavul eder 100 mil Ankara-Konya arasindan biraz kisa, Ankara-Bolu arasindan birazcik uzun. Arabayla gittiginizde bir bucuk saat civari surecek olan bu mesafe, eger bisiklet uzerindeyseniz uzar durur. Her 25 milde mola vereceginizi varsayarsak, ve ortalama 20 mil/saat gibi bir suratte gideceginizi, sele uzerinde 5 saat gecireceksiniz demektir. Lakin pek oyle olmaz, evdeki hesap her zaman carsiya uymaz. Onunuze asilmasi zor tepeler cikar, tirmanmaya baslarsiniz. Zirveye varidiginizda bir de bakmissiniz sadece 3 kisisiniz, grubun geri kalani gerilerde biryerlerde hala tirmanmaya calisiyor. Yapacak iki sey vardir, ya yavaslayip grubun sizi yakalamasini beklersiniz ya da yola uc kisi devam edersiniz. Geride kalan grubu bekleseniz vakit kaybedeceksiniz, onlar sizi yakaladiginda ise oldukca yorulmus olacaklarindan bu sefer hizli da gidemeyeceksiniz. En iyisi yola uc kisi devam etmek, ama uc kisi ruzgardan korunamazsiniz daha cok calismak daha cok yorulmak zorunda kalirsiniz.

Varolusculuk, varolusun, yani eylemin, meydana gelisin oz'den once geldigini soyler bize. Yani once bisiklete binersiniz sonra bisiklete binmeyi seversiniz. Bisiklete binmemis birisinin "bisiklete binmeyi seviyorum" dedigini hayal edebiliyor musunuz? Buyuk ihtimalle dusup canagi kirmaktan da odu kopuyordur. Benzer bir sekilde dogayi seviyorum o yuzden doga sporu yapiyorum diyen birisine de temiz bir siktir cekilebilir.
Ayni dusunce sistematigini iliskilere de uygulamak mumkun olur mu acaba? Aldatirsiniz, aldatabildiginizi gorunce esinizi sevmediginizi farkedersiniz. Aldatmanin varolusu, oz'unuzu degistirmistir, sevgi bitmistir. Iki ihtimal uzerinde durmak istiyorum, birincisi; ayrilabilirsiniz, bu oz'de farkli degisikliklere yol acabilir. Yalnizlik hissederseniz ozlem duyarsiniz, ya da hayatinizda baska birinin varligiyla mutlu olmaya devam edebilirsiniz. Ikinci yol iliskiyi surdurmek olabilir. Yine berabersinizdir, yine sevisirsiniz ve oz'de sevgi yeniden dogabilir, ya da baska bir aldatmanin varligi ve yine ayni dongu. Bu durumda aldatma eyleminin varligidir herseyi degistiren, eylemin dusuncesi degil. Esinizi aldattiginizi dusunebilirsiniz, dusunce eyleme donusmedigi surece, varolus oz'u degistiremeyeceginden sevginiz birsey kaybetmeyecektir. Suphesiz buna karsi cikanlar olacaktir, "aldatma fikrinin varolusu oz'u degistirecektir" diyenler cikacaktir. Fakat unutulmamalidir ki insan beyni duyulariyla hissettiginin cok otesinde bir kavrama ve kurgulama gucune sahiptir ve bu guc bireye herseyi, ama herseyi, ahlakli, ahlaksiz, mantikli, mantiksiz, dogru, yanlis... herseyi dusundurebilir. Kanimca dusunmek, dusunebilmek, sinirsizca dusunebilmek beynin saglikli bir halidir.
Dusuncelerin varligi eylemlerin varligi yerine koyanlar bir hata daha yaparlar, oz'deki henuz gerceklesmemis degisiklikleri, gerceklesmis varsayip hareket edebilirler. Bosluga atilmis bir adimdir. Kisinin, -iliskilerden bahsediyorsak- kisilerin, dususuyle sonuclanir.

Insan fizigi ve ruhu kuvvetlidir nice varoluslar icerisinden, sayisiz ruhsal devinimlerden, derin celiskilerden gecer yine de ayakta kalmayi surdurur. Iste 100 mil, yavas yavas bu dusuncelerle gecer gider... Insan ucsuz bucaksiz tarlalar arasinda, ruzgara karsi basi onde tek basina pedal cevirirken en iyi hisseder varolusu. O an mekanik bir alet vardir, yanan bacaklar, kurumus bir agiz, alindan akan ter ve gozleri yakan tuz. Dusunceler, duygular, yargilar, fikirler, sevgiler, nefretler onemini kaybeder o an, saniyede yuzlercesi gelip gecse de zihinden, hicbirisi varolusun aci gercekligini degistiremez.

Çarşamba, Eylül 03, 2008

Calar Saat, Otomobil Kredileri ve Iron Maiden

Nicedir hayatimiza giren cep telefonlari uzerinden yaziya giris yapmak isterim. Istemesem bile en rahat girebilecegim yer burasi oldugundan iste girdim bile. Amcam bundan yillar once binlerce dolar vererek almisti ilk cep telefonunu. Oyle ki, belki kendi yaptigi seyi mesru kilmak icin belki de gercekten bugun, buradan bakilinca cok zevkli bir hikaye gibi gorunen su olayi anlatir: “Benim bir arkadasim var, ‘cep telefonu diye birsey cikacakmis, cikinca ben arabami satip ondan alicam’ demisti.” Teknolojinin nimetlerinden kokune kadar faydalandigimiz gunumuzde ayni seyin goturduklerini de bir yere kadar gormezden geliyoruz. Burada konu tabii ki, ‘vay efendim bu kadar cok tuketiyoruz, enerji harciyoruz manyak gibi, musluklari acik birakiyoruz dis fircalarken -ki tam bir ahmak isi-, ondan sonra kuresel isinma oluyor, buzullar eriyor, garibim Hollandalilar su seviyesinin altinda yasamak zorunda kalip bununla mucadele etmek icin memleketlerinin her bir yanini kaziyorlar, penguenler evsiz kaliyor, kutup ayilari sicaktan haslaniyor’a gelmeyecek. Bircogu dogru olsalar bile.

Burada konu, biz bunlar icin, dogaya dost malzemeden kredi karti yaptik, hesap dokumlerinizi kagida degil e.postaniza yaziyoruz, hatta e-ekstre isteyene bilmem kac bin para puan da veriyoruz, bu da yetmezmis gibi cevre projelerine destek veriyoruz, finansman sagliyoruz. Iste biz bu kadar cevreciyiz ve iste sirf bu yuzden bizim harika kredi kartimizi almalisiniz. Yasasin! Geri donusumle kazanilmis bir kredi kartim var. Cok mutluyum. Peki kredi kartiyla ne yapiyorduk biz? Baliga cikmiyoruz herhalde. Yeni bir LCD ekran televizyon, sicaklardan bunalanlara cevreye duyarli klima, az emisyonlu kuresel isinmaya katkisiz diz ustu bilgisayar aliyoruz veya marketten iki kilo hiyar alip iki farkli posete sarmalayip ‘cop poseti yapiyom ben onu’ kandirmacasina kendimiz de inanarak iki kat ‘laylon toset’in icine iki tane de fazladan atip sivismak suretiyle marketten cikiyoruz. Marketlerin verdigi II. Mahmut doneminden kalma fermanlar gibi alisveris fisinin de yuzune bile bakmadan.

Baslik nerdeydi biz nereye geldik. Aslinda hala ayni yerdeyiz. Sabahlari ise giderken otobuste hep Iron Maiden dinliyorum. Mumkunse konser kaydi veya yeni albumlerinden birseyler. Sarj edilebilen pillerin canavara benzeyen performansiyla, kilometrede 1 YTL’lik – (yakinda TL olacak) mazot sarfiyatinda bulunan, iki haftada bir sanayinin yolunu tutan, bir suru masraf yapilan ve yaklasIk benimle ayni yasta olan efsane O302’nin motor sesini Janick Gers, Adrian Smith ve Dave Murray’in uc gitari ile Harris’in “bingidi bingidi” bas tonlari ancak bastirir. “Oglum, derdin motor sesi bastirmaksa git, Cradle of Filth falan dinle” diyenleriniz var, biliyorum, duymazliktan geliyorum. O302 ki, Hosdere Caddesi’ni tirmanirken iki de bir duran, etrafta vizir vizir gecen arabalara korma calan, kah yol veren, kah yol kesen ama her seferinde etrafindaki yeni ve motor gucu/agirlik orani daha yuksek otomobillerin boyundurugunu kabul etmek zorunda kalan otobus. Ayni sekilde insnalarin sabahlari ya da aksamlari cikis saatlerinde verimini dusuren, zamanini kaybettiren otobus. Ancak bu konuda sadece efsane otobusu suclayamayiz. Hatta tersi gecerlidir: butun bankalar, hayasizca, kime verdiklerine bakmadan; yuzde miniminnacik faizle otomobil kredisi vermese piyasaya, bu kadar cok kisisel otomobil olmasa piyasada, sirf ‘araba aldim’ diye ehliyet alan; arac kullanmaktan bihaber suruculer olmasa piyasada, serbest piyasa ekonomisini, rekabeti, tuketimi, harcamayi bu kadar pohpohlayan ‘tip’ler olmasa piyasada, O302 dediginiz arac yokuslari bayirlari keci gibi tirmanir, herkes gibi ben de trafikte daha az zaman harcamis olurum. Daha az zaman harcayarak, daha fazla zamana sahip olan ben, memleketteki en onemli tuketim kalemi olan cep telefonumu, sabahin kor safagina kururak uyanmak yerine, calar saatimi daha makul bir saate kurarak daha az asabiyetli bir insan haline gelebilirim. Amma, otobus cabuk gidiyor diye Iron Maiden’i birakacak halim yok. O kadar da degil.

Salı, Temmuz 22, 2008

uzaklara..

cok degerli blog sayfamizin yan tarafindaki eski yazilarin baglantilarina bakinca ufak bir dumur sonrasi hayal kirikligiyla karisik bir yazma istegi peydah oldu icimde. zira, kac zaman gecmis, neler olmus, neler degismis, anlatan, soyleyen, paylasan yok. denk gelmemis belki de. bir suru sey yazdim belki, sayfalara, camlara, aklima, suya. son yazimdan sonra yazmadigim tek yer asil yazmam gereken, ya da oyle demeyelim, "yazmaktan hoslandigim yere" yazmamisim. neyse iste son..

son yazigimi okurken farkettim ki, zamana fazla atifta bulunmusum. ama gereginden fazla degil asla. hakediyor bunu. kendisinden bahsettirmeyi biliyor aslinda. belki de biz insanoglu icin en ucuz ve kolay yol, zamandan bahsederek onu yavaslatmaya hatta abartip durdurmaya calismak. iste yine deniyorum. yeniden tarih okumaya basladim. gecmise gidince zaman yavaslar mi dersiniz? tarih dedigime bakmayin, caldiran meydan muharebesini, mercidabik savasini yahut soguk savasi okumuyor bu bunye. ancak ben de simdi, bir ustteki satiri yazarken farkettim ki, tarihten ornek vermeye calisinca, icimiz disimiz savas olmus. bu kadar siddetle ortulu ve dolu muyuz gercekten? yoksa, agiz aliskanligi diye gecistirmeli mi?

zamanin, yasamin, olanlarin hizli aktigi ortada ve her gecen dakika daha fazla tecrube sahibi insanlara donustugumuz de. ama hala bir eksiklik var sanki onceki cumlede. huxley iyi demis zamaninda: "bir insanin tecrubeleri, başından geçenlerle değil, onlardan ne kadar ders aldığıyla ilgilidir." ve bu noktada yaşlanmak için de aynısını söyleyebiliriz, sanırım. yaşınız, hayatınızdaki gün veya dakikalarin duragan ve dogrusal aciklamalarindan ziyade kalp atis hizinin ve hormonal dagilimin nasil dalgalandigiyla ilgilidir. bu noktada iyi taban ve tavan degerlerine sahip olunmalidir diyebilirim. hatta dedim bile. bu dalgalanmalar, yalniz bir yolculukta da olabilir, koca bir kalabaligin icerisinde de gerceklesebilir, iki kisi, kucucuk bir odanin icinde, gecenin bir koru ankara havasi ile misket oynarken de hayatiniza girebilir..

uzaklara ve yakinlara selam olsun..

Çarşamba, Kasım 14, 2007

yine yeni..

yeni yazılar çok yakında yeniden buralarda olacak.. sabır. :)